DOLAR 34,1118
EURO 38,0461
ALTIN 2858,588
BIST 9904,89
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Trabzon °C

Kent kültürü ve kentlilik bilinci bağlamında Trabzon

Kent kültürü ve kentlilik bilinci bağlamında Trabzon
19.10.2020
942
A+
A-

“Kastım budur şehre varam/Feryat ü figan koparam”(Yunus Emre)

 

“Trabzon deyince aklıma bir salkım karayemiş gelir”

 

Düşlerimizi besleyip büyüten şehirdir Trabzon… Hatıraların masmavi sularında soluklanırız bu şehirde. Kıldan ince, kılıçtan keskin ve bir o kadar da inatçı yağmurlar yıkar; rüzgârlar da bir ana şefkatiyle kurular ve tarar kır saçlarımızı… O yağmurlar ki toprakla olan dostlukları iki sevgiliyi andırır. Faroz’da bir balıkçının ağına takılıp gider bakışlarımız… Hamsi kokar denize ve (bordo)maviye dair düş ve düşüncelerimiz…

 

Bu şehir candır, canandır; cadde ve sokakları üzerinden geçenleri bağrına basar. Onları zaman tünelinden geçirerek tarihin dehlizlerine götürür.  İstanbul’un Fatih’i Sultan Mehmet, onca meşakkati göze alarak Zigana sırtlarından iner Trabzon’da üs kuran Rum’un üstüne. Yıllar geçer Yavuz Sultan Selim’i genç bir şehzade, bir vali olarak, Kanunî’yi ise Ortahisar sokaklarında dolaşan kendi küçük, hayalleri büyük bir sultan ve halife olarak görürsünüz.

 

Yollarına, köprülerine, camilerine, cadde ve sokaklarına tarihin enfes kokusu sinmiştir Trabzon’un. Zağnos ve Tabakhane köprülerinden geçenlerin izi kalmıştır kesme taşlarda. Boztepe bir kalkan olmuştur şehrin üstüne. Hayret ve hayranlık dolu bakışlar şehrin üstünde odaklanmıştır. Zaman içinde zaman, devir içinde devir bu toprakların gül yüzünü düne çevirmiştir. Sümela Manastırı’nda ve Ayasofya’da hoşgörü ve bağlılık, Uzungöl’de tabiatın gülen yüzü bu şehri daha da yaşanılır kılmıştır. Ganita’da içilen demli çayların buğusu hatıraların demine karışarak gönülleri nostalji ırmaklarında sürüklemiştir.

 

Medine’de(şehirde) yaşayanlar ne kadar medenî?…

 

Kökeni Arapça olan “Medine” kelimesinin manası “şehir” dir.  “Şehirleşmek, kent hayatı” şeklinde ifade edilen “medeniyet” de bu kelimeden türetilmiştir. Bunun Batı dillerindeki karşılığı ‘civilisation’dur. Günümüzde ‘medeniyet’ kelimesi yerine “uygarlık” sözü de kullanılmaktadır. Fakat “uygarlık” kelimesi “medeniyet” sözünün manasını tam olarak veremez. Çünkü “medeniyet” kelimesi, manası itibariyle çok daha kuşatıcıdır.

 

Tarihe baktığımızda görürüz ki medeniyetler hep şehirlerde kurulmuştur. Şehirler kültür, sanat ve edebiyatın merkezi olmuştur. Durum bu iken günümüzde şehirler insanların ortak paydası olmaktan çıkarılıp kültürel yozlaşmanın yaşandığı, insanların istiflendiği diriler mezarlığına dönüştürülmektedir. Buna ‘modern toplama kampları’ da diyebilirsiniz.

 

Bugünün medinelerinde (şehirlerinde) yaşayanların tavır ve davranışlarına medeniyet penceresinden baktığımızda hiç de iç açıcı manzaralar göremeyiz. Şehirlerde yaşayanların daha medeni davranışlar göstermesi beklenirken, yaşanan durum hiç de bu doğrultuda değildir. Cadde ve sokağın ortasına rahatlıkla tüküren, elindeki çöpü pervasızca yere atan kişinin, şehirde yaşasa da medenî olduğunu söylemek mümkün değildir.

 

Büyük ve köklü uygarlıkların temeli kentlerde atılmıştır. Bu gerçeği teslim ettikten sonra bizler de kent kültüründen ve bu uygarlıktan payımızı almalıyız. ‘Köyümün kültürünü kente taşıyacağım ve orada kendi fildişi kulemde yaşayacağım’ diyenler, ne kentli olabilir ne de köylü kalabilirler. Bir kere kişi, bulunduğu konumu bilmeli ve ona göre davranmalıdır.

 

Kentte yaşamanın belli başlı kıstasları vardır. Kent yaşamı, insanı disipline eder ve belli noktalarda kısıtlar. Köyde yaptığınız gibi, içinizden geldiği gibi davranamazsınız. Halısını alt kattaki komşusunun başına silkeleyen, sabahtan akşama kadar tepinerek alt kattaki komşusunu bezdiren, çerini çöpünü apartmanın ortak alanlarında, merdiven altlarında biriktiren, asansörü sadece kendi malıymış gibi sorumsuzca kullanan kişilerin şehirli(medenî) olduğunu kim söyleyebilir ki?… O insanlar ki asansörde karşılaştıklarında bile komşusuyla selamlaşmazlar, hastası olana geçmiş olsuna, cenazesi olana taziyeye gitmezler. Sözün bu noktasında Üstad Necip Fazıl’ın “Apartman” şiirini hatırlıyorum. Şöyle diyordu Üstad: “Sır vermeye alışkan/Pencereler aydınlık/Duvara şüphe çakan/Gölgelerde şaşkınlık//Üst üste insan türü/Bu ne hayat, götürü!/Yakınlıktan ötürü/Kaçıp gitmiş yakınlık…”

 

Şehirle sakinleri arasındaki bağlar zayıflayınca çözülme ve kopmalar baş gösterir.

 

Şehirler insanların kaynaşmasına müsait alanlardır. Fakat günümüzde şehirlerde paylaşma kültürü iyice zayıflayarak yok olma noktasına gelmiştir. Zira şehirlerde yaşayanlar biyolojik anlamda diri olsalar da kültürel ve sosyal iletişim anlamında birer ölüden farksızdırlar. Herkes kendi içinde kurduğu dünyada kalabalıklar içinde yalnızlık yaşamaktadır. Bu, güzel Trabzon’umuz için de geçerlidir. Trabzon’da sokağa çıktığınızda candan ‘merhaba’ diyeceğiniz, selamlaşabileceğiniz insan sayısı her geçen gün azalmaktadır.

 

Eskiden şehirlerin de bir kimliği ve ruhu vardı. Burada yaşayanlar bu kimlikten ve ruhtan beslenir, şahsiyetlerine şekil ve renk verirlerdi. Fakat bugünün şehirlerinin belli bir kimliği, kişiliği ve genel anlamda söylemek gerekirse ruhu yoktur. Kozmopolit yapı, şehirlerin ruhunu dinamitlemektedir. Ruh olmayınca bedenin de bir hükmü yoktur. Zira ruhsuz beden bir leşten ibarettir. Onun içindir ki günümüzde şehirler hep birbirine benzemektedir. Oysa eskiden Trabzon deyince bu şehri çağrıştıran değerler gözümüzde canlanırdı. Fakat günümüzde bu değerler her geçen gün azalmakta ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır. Bu, şehrimiz için tehlike çanlarının çaldığı anlamına gelmektedir.

 

Şehirle onun sakinlerini birbirine bağlayan bağlar vardır. Bu bağlar sevgi, muhabbet, dayanışma ve aidiyet duygularını güçlendiren bağlardır. Trabzon’la Trabzonlular arasındaki güçlü bağlar her geçen gün zayıflamaktadır. Kentine yabancılaşanlar, bir noktadan sonra kendine de yabancılaşarak yalnızlığa düşerler. Bunun dayanılmaz sancılarını yaşamaktayız.

 

“Kent bilinci” bir inancın yansımasıdır. Bilge mimar Turgut Cansever “Allah’ın yarattığı dünyanın güzelliğini idrak etmeyen, kendisini bu dünyayı güzelleştirmekle yükümlü saymayan, toprağı kısa vadeli çıkar ve talan aracı olarak gören nesiller tarafından dünyanın kirletildiği yirminci asırda insanın kendisine temiz ve güzel bir çevre, şehirler, mahalleler ve evler geliştirmesi de imkânsızdır.” diyerek bir gerçeğe parmak basmaktadır. Bu tespit ne yazık ki genel anlamda birçok şehrimizde ve özelde Trabzon’umuzda doğrulanmaktadır.

 

Âidiyet duygusu… ‘Benim şehrim’ diyebilmek….

 

Şehirler aslında canlı organizmalardır. Onların da olan biteni seyrettikleri gözleri, iyi kötü sözleri duydukları kulakları, hoş veya nâhoş kokuları hissettikleri burunları, lisan-i hâl ile de olsa içlerini döktükleri dilleri, her şeyden daha önemlisi de bir ruhları vardır. İnsanlar 24 saatin yarıya yakınını uykuda geçirmelerine rağmen şehirler yüzyıllardır hiç uyumazlar.

 

İnsanların olduğu gibi şehirlerin de bir kimliği ve kişiliği vardır. Ortak kültür, bu kimliğin ve kişiliğin deseninin rengini oluşturur. Şehirler devasa film platoları gibidir. Orada her gün farkında olunmadan yüzlerce film çekilir; hayat, zamanın nehrinde akar alabildiğine, sonsuzluğa… Şehirler bazen bir ana kadar şefkatli, bazen de bir baba kadar otoriterdir; bazen de bir sevgili kadar cana yakındır. Şehir, sakinleriyle aşk üzere söyleşir, söyleşmelidir. Bu minval üzere sürüp giden şehir hayatı şehrin sakinlerine huzur ve sükûn pompalar.

 

Kent, sosyal bir olgudur. Kentte yaşayanlar şehrin sosyal dokusunu oluştururlar. Bu kişilerin şehre dair sorumlulukları ve yükümlülükleri vardır. Kişi yaşadığı şehrin kültürünü benimsemeli, o kültürle ruhunu cilalamalıdır. Kent sakini, kent bilincini iri ve diri tutmalıdır.

 

Şehir, orada yaşayanların ortak paydası olmalıdır. Orada yaşayanlar bu ortak paydada buluşurlar. Bu durum şehrin sakinlerinin şehre aidiyet duygusunu da güçlendirir. Şehre aidiyet duygusu zayıf olanların o şehri sahiplenmesi ve o şehirle bütünleşmesi mümkün değildir.

İnsanlar yaşadıkları şehirlere köylerini taşımamalıdır. Eğer herkes köyündeki kültürü şehre taşırsa ortak paydada birleşmek mümkün olmaz. Bu da kültürel çatışmalara ve ayrışmalara zemin hazırlar. Bunun ötesinde şehre yabancılaşmak tehlikesi vardır.

 

Kentin eğitim, sağlık ve ekonomik imkânları köylere göre daha fazladır. Kente gelenler bunun için köylerini terk ederler. Fakat sırf bunun için kente göçenleri bekleyen sosyal riskler de vardır. Keza kentte ilişkiler ne yazık ki faydayla sınırlıdır. Bu ortak mekânda yaşayan insanlar dost çevrelerini seçerken faydayı ayırt edici unsurların başına koyarlar. Bu sakat mantıkla kurulan ilişkiler, fayda unsuru ortadan kalkınca çabucak çöküverir.

 

Öncelikle yapılması gereken kentsel dönüşüm değil, sosyal dönüşümdür.

 

Günümüzde kentsel dönüşüm çalışmaları almış başını gidiyor. Yerel ve merkezi yönetimler kentsel dönüşüm hamleleriyle, moda tabirle ‘marka şehirler’ kuracaklarını, şehirleri kurtaracaklarını sanıyorlar. İlgili kuruluşlar bu yolda koşar adım ilerliyorlar. Geleneksel mimariden, yerli motiflerden nasiplenemeyen bu dönüşüm gayretlerinin hamileri, ‘kentsel dönüşüm’ adı altında ‘kentsel hapishaneler’ kurduklarından haberdar bile değillerdir.

 

Trabzon’daki kentsel dönüşüm hamlelerine, TOKİ konutlarına bu pencereden baktığımızda çok müspet şeylerle karşılaşamayız. Zira Bahçecik’teki son yeşil alan olan bir fındıklık, kentsel dönüşüme kurban edilmiştir. Burada yapılan çok katlı binalar şehrin tarihî dokusunu bozmuştur. Trabzon’un son dönemlerdeki yüz akı olan Mehmet Akif Ersoy Camii, onun zarif ve naif minareleri yapılan binaların, beton yığınlarının gölgesinde kalmıştır.

 

Bence şehirlerin asıl sorunu kentsel dönüşüm değil, sosyal dönüşümdür. Siz ne kadar kentsel dönüşüm projeleri gerçekleştirseniz de sosyal dönüşüm yapmadıktan sonra insanlar koca sitede veya apartmanda kalabalıklar içerisinde yalnızlaşmaya ve onun derin sancılarını çekmeye devam edeceklerdir. O zaman da bu binalar barınma amacından öteye gidemeyecektir. Oysa binalar sadece barınma amaçlı yapılmamalı, insanın ruh dünyasına da seslenmelidir. Sitelerde kişinin kendini mutlu hissedebileceği sosyal ortamlar oluşturulmalıdır. Fakat bugünkü mesken anlayışında bunun düşünülmediğini görüyoruz.

 

Kent kültürü ve kentlilik bilinci…

 

Kentlilik bilinci aslında öncelikle kişinin zihninde gerçekleşen duygusal bir oluşumdur. Kentte yaşayan kişi öncelikle ve özellikle kendini kentin bir parçası olarak görmelidir. Kentin kültürünü ve kentin değerlerini layıkıyla benimseyemeyenler kentte yaşasalar da kentlileşmiş sayılmazlar. Onların ruhu göçebe kalmaya mahkûmdur. Onlar bir yanlarını geldikleri yerde bırakır. Onlar şehirde şehre yabancı ve iğreti bir duruş sergilerler.

Şehirler devasa bir aile gibidir, öyle de kalmalıdır. Aile bağları nasıl güçlüyse şehri oluşturan fertlerin şehirle ve orada yaşayanlarla olan bağları öyle güçlü olmalıdır. Siz evinizin mobilyalarını çocukların kırıp dökmesinden, çizmesinden nasıl koruyorsanız şehrin mobilyaları olarak niteleyebileceğimiz banklarını, sokak lambalarını, oyun parklarını, bahçelerini, kamelyalarını, billboardlarını, çöp kutularını, fitness aletlerini, otobüs duraklarını da öylece korumalısınız. Bu bilince sahip fertlerden oluşan şehrin önü açık demektir.

 

Kentlilik bilinci zamanla kazanılan bir şeydir. Zira köyden kente göç eden kişilerin buraya kısa zamanda uyum sağlaması beklenemez. Bu belli bir süreç gerektirir. Bunun yanında kişinin kentte yaşadığı yerin konumu da bu süreci hızlandırmakta veya yavaşlatmaktadır. Özellikle ‘şehrin varoşları’ diye tabir ettiğimiz kenar mahallelerde yaşayanlar kentlileşememekte, aksine köyü kente taşımaktadır. Trabzon’un Değirmendere, Esentepe, Boztepe, Yenicuma ve Kaymaklı gibi kenar mahallelerinde bu sancıyı açıkça yaşıyoruz. Bunu aştığımız ölçüde kent bilincimiz ve kente bağlılığımız artacaktır.

 

Günümüzde her yerde hemşehri dernekleri vardır.  Bazıları bu dernekleri dayanışma ve kenetlenme için vazgeçilmez unsurlar olarak görse de aslında bunlar şehrin kültürel anlamda bütünleşmesine engel olmaktadır. Bu dernekler köyü kente taşımakta, hemşehri gruplaşmalarına zemin hazırlayarak kentsel bütünleşmenin önünde engel teşkil etmektedir. Trabzon’umuza bu açıdan baktığımızda mühim bir sorun görülmemektedir. Trabzon’da Bayburtlular ve Gümüşhaneliler gibi dernekler hemşehri dayanışmasına hizmet edeyim derken bulunduğu yere ait olma fikrine, Trabzon paydasında bütünleşmeye, farkında olmadan köstek olmaktadır. Bu durum zaten zayıf olan kent bilincini ve kent kültürünü zedelemektedir.

 

Günümüz kentleri, adeta bir değirmen misali, içinde yaşayan insanları öğütüyor, un ufak ediyor. Şehrin çarklarında öğütülmemek için şehrin ortak paydasında birleşmeliyiz. Gelin bizi biz yapan kentimize dört elle sarılalım. Kentine sahip çıkan, kendine sahip çıkar.

 

Yazan: M. Nihat Malkoç

Kaynak: Dünyabizim

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.